8 Aralık 2014 Pazartesi

           Felsefe ve antropoloji: İnsanın gelecegi problemi

İnsan, canlılar dünyası içinde olaganüstü, tamamen özel bir varlıktır. Bu, her şeyden önce, onun kendi dogasını sorgulayan ve kendisini tartışma konusu yapan bir varlık olması olgusunda kendisini gösterir. İnsan, bir yandan diger hayvanlar gibi bir hayvandır.  Memelilerin bütün biyolojik özelliklerine sahiptir. Onların evrimlerinin -hiç olmazsa şimdilik- son aşamasını temsil eder. Ama öte yandan bütün hayvanlardan -ve anlaşıldıgına göre ta baştan bu yana- köklü bir biçimde ayrılır. O, teknisyen, alet yapan bir hayvandır: Bu (belki birkaç yüz bin yıl öncesine geri giden) eski paleolitik dönemin kaba bir biçimde yontulmuş (bıçak olarak kullanılan) iri çakmak taşlarından çagdaş sanayiinin en son zamanlarındaki harikalarına kadar insan türünün evrensel bir göstergesidir. O, konuşan, işaretler yapan bir hayvandır. Bütün ilkel toplulukların (Örnegin Avustralya’da yontma taş devrinde donup kalmış olan yerli topluluklar vardır) bir dili vardır. Tarih öncesi insanlar magaralarının duvarları üstünde bize desenler, resimler bırakmışlardır. O, kurallara itaat eden, izin verilenle yasaklanan şey arasında ayrım yapan toplumsal bir hayvandır.

Öte yandan bu üçlü özelligin, insanla hayvan arasında kesin bir kesinti meydana getiremeyecegi de dogrudur. Teknik, dil, ortama uymanın mükemmelleşmiş araçlarından başka bir şey degildirler; onlar hayatın hizmetinde olan araçlardır. Sonuçta hayvanlar aletler yapmasalar da onları kullanmaktadırlar (Şempanzeler büyük bir ustalıkla degnekten yararlanmaktadırlar). Arılar, özel "danslar"la yiyeceklerin bulundugu yönü işaret ederek kendi aralarında iletişimde bulunuyor gibi görünmektedirler. Arılar, karıncalar, beyaz karıncalar insanlar gibi örgütlenmiş toplumlarda yaşamaktadırlar. Bununla birlikte toplumsal kuralın hayvanlar dünyasında dogal bir yasa olmasına karşılık (O, içgüdüsel bir zorunlulukla kendini kabul ettirir gibi görünmektedir) ister Bergson’un düşündügü gibi bencil zekanın toplumsal içgüdünün talebine karşı çıkmasından ötürü olsun, ister insani kuralların bir başka kaynaga sahip olmalarından olsun, kuralların sürekli olarak ihlal edildigi insan toplumlarında durum farklıdır.

Ancak insanla hayvan arasındaki temel fark, bize göre, başka bir yerde yatmaktadır: İnsan, çıkar gütmeyen davranışlarda bulunabilmesi bakımından biyolojik bir varlık olmaktan çıkmaktadır. Anatole France, "Bay Bergeret’nin köpegi yenebilir olmayan gögün mavisine hiçbir zaman bakmazdı" diye yazmıştır. Bilimlerin kaynagını teknikte, güzel sanatların kaynagını büyü pratiklerinde aramamız gerekse bile tarihin belli bir anında bilim ve sanat kendilerini dogurmuş olan biyolojik ihtiyaçlardan sıyrılmışlardır. Sanatın her türlü faydacı kaygının dışında güzeli hedeflemesine paralel olarak, bilim de dogrunun araştırılması olmuştur. Böylece insan bize biyolojik bir organizma olarak görünmekten çıkmakta, kendini bir ruh olarak ortaya koymaktadır. Çıkar gütmeyen bilgiye sahip olabilen insan, dünyada çıkar gütmeyen bir sevgi gösterebilen de tek varlıktır. Bütün memelilerin dişisi şüphesiz çocuklarına sevgi göstermektedir, cinsel çekicilik bütün türlerde mevcuttur. Ama insan dünya üzerinde ailesel veya cinsel, içgüdüsel duyguların sınırlı alanı dışında özgecil bir davranış, saf bir sevgi davranışı göstermeye muktedir tek varlıktır. Ölmekte olan düşmanına su veren asker, yaralı bir kuşu yerden kaldıran ve eli içinde ısıtan yoldan geçen biri, biyolojik olarak tasavvur edilmesi mümkün olmayan eylemler yapmaktadırlar.

Ve eger insan bir yandan en mükemmel anlamda teknisyen bir hayvansa, öte yandan Pierre Lecomte du Noüy’ün söyledigi gibi "faydasız eylemler yapma ihtiyacı duyan" da tek varlıktır. Bütün hayvan türlerinde, cinsel birleşme ve ölümün tamamen biyolojik olaylar olmalarına karşılık insan, en uzak tarih-öncesinden bu yana evlenme ve ölüm törenleri yapmaktadır. Cinsel birleşme son derece karmaşık bir toplumsal ritüel tarafından çevrelenmiştir. Bu toplumsal ritüelin bir uygarlıktan digerine çok degişen biçimleri onun her zaman var olan ve insanı şaşırtıcı nitelikte olan nedensizligini daha da iyi bir biçimde göstermektedir. Evlenme ve ölümle ilgili seremoniler de aynı anlama sahip görünmektedirler. Lecomte de Noüy, "İnsanın Saygınlıgı" adlı eserinde şöyle yazmaktadır: "Evlilik seremonisinin insanın hayvanca çiftleşmeye karşı çıkışının bir ifadesi, salgı bezlerinin köleligine karşı dile getirilmemiş bir başkaldırı olup olmadıgını kendimize sorabiliriz." Aynı şekilde o kadar yaygın olan ve biyolojik olarak o kadar tuhaf olan, şatafatlı olmasa da, dendigi gibi, "yoluna yordamına uygun" gömme törenleri, insanın halk diliyle "bir köpek gibi topraga atılmak" istemedigini göstermektedir. Böylece insanla hayvanın akrabalıgının en büyük bir açıklıkla kendini gösterdigi alanın kendisinde insan bu akrabalıgı güçlü bir biçimde reddetmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder