28 Kasım 2014 Cuma

                                        İNSAN ve FELSEFE

Terazinin iki kefesinde iki duygu. Biri geçmişe öteki geleceğe dair. İki ayrı duyguda iki aynı soru; merak, istenç. Neden? Benim ben olmamı, senin sen olduğunu bulmamı sağlayan neden, nedenler… düşünürken çıldırtan.. Asıl önemlisi beni yalnızlığımla aynı kefede tartıp düşünmeye iten nedenler? İnsanoğlunu düşünmeye iten nedenler nelerdir?

 İnsanoğlunu düşünmeye iten nedenleri yanıtlayabilmek için yaşamımıza, tercihlerimize yön veren üç temel olgunun belirleyici olarak alınması gerektiğini düşünüyorum. Asıl belirleyici olan ilki evrenin bir amacının olup olmadığı ile ilgili. Bana sorarsanız evrenin bir amacı vardır ;  bu da sürekli üreme/üretme, ölümle ayıklama ve bu yolla en kusursuza ulaşmaktır. 15 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülen büyük patlama sonrası yalnızca iki element vardı: hidrojen ve helyum. Bu evreden günümüze dek milyonlarca galaksi, milyarlarca yıldız, triliyonlarca gezegen doğdu; elementler oluştu, hala oluşmakta. Maddenin karşıtı anti maddenin varlığı, artı ve eksi kutupların birbirini çekmesi evrenin eril ve dişiliği içinde barındırdığını gösterir ki, üremenin temelini oluşturan bu diyalektik gerçeklik, sonunda önce tek hücreli canlıları, çeşitli aşamalardan sonra da bugünkü insanı üretti/doğurdu.

İkinci olgu insanın topluluk halinde yaşamak zorunda oluşudur. Topluluk halinde yaşamanın verimli ve yararlı olabilmesi iletişiminin gelişmesini, topluluk içi eş seçimi dahil her alandaki ilişkilerin kurallara bağlanmasını, bir hiyerarşik düzen içinde kuralların uygulanmasını gerektirir. Kendi dışındaki hayvanlardan kullandığı dil aracılığı ile –dil düşünceyi, düşünce dili geliştirir-  hızla farklılaşıp evrimleşen insan türünün, beyni ve düşünme yetisi gelişmiş; buna paralel olarak edindiği bilgiyi, deneyimleri yazı yoluyla sonraki kuşaklara aktararak bilgi haznesini, entelektüel yanını da zenginleştirmiş. Ancak bütünüyle gelişimini tamamladığını sandığımız insan halen büyük ölçüde kararlarını istencine göre değil güdülerinin yönlendirmesine göre vermekte.  Bir yanda kendini bağlayan, yönlendiren temel güdülerin gerçekliği, öte yanda kendinden önce oluşturulmuş kendi gerçeği ile çoğu kez çelişen karşı çıkılması, aşılması çok zor olan toplumsal kurallar.

Üçüncü olgu evrenin mükemmele ulaşma amacını gerçekleştirebilmesi için farklı tür ve her türde farklı bireyler üretmek durumunda oluşudur. Dolayısıyla insanın toplumsal bir varlık olarak yaşamak zorunda oluşu yanında kendi türündeki bireylerden de farklı olma “… Ama ben öyle değilim! deme/diyebilme” zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk -farkında olunsun, olunmasın- bireyi karşı konulamaz biçimde genlerini aktarabileceği bir eş seçimine zorlar. Ancak, üremeyi gerçekleştirebilmek için yalnızca seçen değil aynı zamanda seçilen olmak da gerekir ki, bu da hemcinsler arasında en sağlıklı genlere sahip olanı seçmek için amansız bir mücadelenin yapılmasına yol açar.

Sorunun yanıtına gelmeden önce bu üç temel olgunun insanda oluşturduğu çok önemli olduğunu düşündüğüm birbiriyle iç içe/ birbirini etkileyen birkaç noktayı da göz önünde bulundurmamız gerektiği görüşündeyim: Ölüm ve zamanın bilincinde olmak, korkularının çeşitliliği ve çoğalması, doğal ayıklanmanın git gide azalması, merakın bilinç ve bilimsel bilgi ile harmanlanması, doğanın gücü karşısındaki çaresizlik..

Tüm bunları birbiriyle ilintili olarak düşündüğümüzde şöyle bir akıl yürütmede bulunabiliriz kanımca: Neslimi sürdürebilmek benim temel varoluş nedenim. Bu nedenle genlerimi aktarabileceğim en uygun eşi seçmem gerekir. Bunu gerçekleştirebilmem için aynı zamanda seçilen olmam şart. Seçilen olmamın yolu ise farklı ve sağlıklı genlere sahip olduğum iletisini vermemle mümkün. Bunu başarmanın yolu değişen ve gelişen koşulları da  algılayıp ona göre stratejiler izlememle mümkün. Saygın bir meslek, bol kazanç, başarılı iletişim, denenmemiş olanı düşünme ve yapma, geleceğe güvenle bakmamı sağlayacak bir eş. Düşünme, korkular, çaresizlikler, isyanlar, yaratma eylemi bu noktada karşımıza çıkıyor: Tercih edilememe, terk edilme, başaramama, ölüm korkusu ile kendi, başkaları, evren ölüm, yaşam, geçmiş, gelecek, ‘ben’i ve güdüleriyle çelişen toplumsal dayatmalar…  gelişmiş bir merakla kimi zaman korkarak kimi cesaretle düşünmek, her şeyi sorgular olmak. Buna paralel sanat ve bilim aracılığı ile temel varoluşunu gerçekleştirmeye çalışmak…

Sanırım insanoğlunun serüveni (buna evrenin de diyebiliriz) üç olgunun yarattığı süreçte içgüdülerine olan bağımlılığı giderek azalacak; düşünmenin,  bilgi edinmenin ve yaratmanın doğrudan kendisinden (üreme amacından bağımsız) haz duyacaktır. Bir bakıma başka tür veya doğala eş bir cinsel haz. Eski Grek ve İbranice sözlüklerde ‘bilmek’ anlamına gelen özgün sözcüklerin “cinsel ilişkide bulunmak” (Rolla May) anlamına geldiği düşünülürse bu varsayım sanırım yanlış olmaz. Kaldı ki üretmek için düşünmek, bilmek peşindeyiz zaten.    


Felsefe nedir? Felsefe yapmaya nasıl ve ne zaman başlanır?

Felsefe yapmaya aslında çoçuk yaşlarda, özellikle insanlar neden ölür, tanrı var mı, benim neden şuyum yok?.. gibi sorular sormamızla başlarız, ama adının felsefe olduğunu bilmeyiz. Bana göre felsefe kısaca ‘var olmak’ için var oluşumuzun nedenini,  nasılını öğrenmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz davranış ve düşünüş eylemidir.

Günümüzde felsefe yok olmadan özgürce gelişen bir etkinlik olabilir mi?

Yaşamın bir yalın-bütün olduğu düşünülürse felsefe de içinde hep var olacaktır, çünkü yalın-bütünün ne olduğunu bize gösterecek olan felsefe, bilim ve sanattır. Sorun yarı-insan evresinde olmamızda. Tam insan ya da maymunsu evrede olsaydık bugün yaşadığımız çoğu mutsuzlukları yaşamazdık. Evrim kaçınılmaz olduğuna göre zaman zaman felsefe boşlanıyor gibi görülebilir. Ancak insan var oldukça ne felsefenin yok olmasından ne de felsefe olmadan özgürce gelişen bir etkinlikten söz edilebilir.

Felsefe ile bağdaştırdığımız semboller nelerdir? Neden? (Baykuş yerine kartal kullansaydık Athena savunmasız mı kalırdı? Zeus baykuşu akıl tanrıçası Athena’yı koruması için göndermişti de..)

Semboller kestirmeden, hızlı, etkili anlatımın bir yoludur. Kültürlere göre sembol olarak kullanılan aynı nesne farklı hatta zıt iletiler taşıyabilir. Ancak aynı alanda farklı kültürlerin seçtiği sembolleri karşılaştırdığımızda bütün yollar Roma’ya çıkar. Eskimo’nun ruhsal beklenti ve yapısıyla Kızılderili’ninki arasında özünde pek fark yoktur. Benim bilmem gereken kullanılan sembolün hangi kültürde hangi iletiyi içerdiği, niçin onun seçildiğidir. Sorudaki açıklamadan yola çıkarsak Atena’nın korunması için baykuş ya da kartalın seçilmesi –en azından kısa vadede-  aklın akılsızlardan korunması gerektiğinin ifadesidir.

Bizde Tasavvuf felsefesicilerinin kullandıkları dışında yaygın olarak kullanılmış sembol anımsayamıyorum. Atena örneğinin bizdeki karşılığı olarak ne önerirdiniz derseniz aklın sembolü olarak deli gömleği giymiş bir kelaynak ile onu korumakla görevli bir yeniçeri askeri önerirdim.   

-Neredesin?
- Sınırda… doğumla ölüm arasında. Sonsuzlukta… varlıkla yokluk kıstasında.
- Peki ne yapıyorsun orada?
- Ölüyorum.
- Hayır yaşama geri dönüyorsun.
Her soluk ölüme bir adım daha yaklaşmak mıdır, yoksa yaşamı anlamlı kılmak ölümden çalınan soluklar mıdır?

Gerçek anlamda her solukla ölüme yaklaşıyor…  sonunda  ölüyorum. Kaçınılmaz olarak bu beden yapım dağılıyor, beni oluşturan tüm fiziksel ve kimyasal yapı zaman içinde yeni yapıların oluşmasında (ot, ağaç, böcek, içecek suyu, altın…) bir harç görevi üstleniyor. Bu durumda ben parça parça canlı-cansız sayısız varlıkta  sonsuza kadar varım, ama Cavit olarak yokum.

Bu gerçeği kabul etmek zor.. Genelde – evrenin amacı, temel ilkesi  gereği- doyumsuz bir varlık olmak zorundayız.. Bu doyumsuzluk ölümü kabullenmemizi güçleştiriyor. Kim ölüm gerçeğini kabullenirse ölümü önemsemez oluyor. Bu önemsemezlik bizi bir yol ayrımına getiriyor: Ya hiçbir kimseyi umursamadan bencilce yaşamak ya da kendimizle birlikte başka insanlarla birlikte kendi varlığımızı geliştirmeyi seçmek. İşte benden sonra yaşayacak olanlarda yaşayacak olan ‘ben’ de bu bendir ki; bence ölüm bilincinin bize sağlayacağı paha biçilmez mücevher de bu olsa gerek. Yaşamak fark etmektir çünkü.

 Geleceğin insanı da kişiliğinde “ Adalet eşitlik midir, değil midir? “ kavgası verecek mi?

Geleceğin insanı bugünkü sorularımızın çoğunu çözmüş olacaktır kuşkusuz. Gen haritası bütünüyle çıkarıldıktan sonra en azından biyo-teknik anlamda “adalet eşitlik midir kavgası”nın büyük ölçüde halledileceğini umuyorum. Ne var ki yakın zaman içinde değil umudum. Gene de geleceğin insanını böyle önemli sorular ve sorunlar yanında yine yeterince meşgul edecek enften püften başka sorular ve sorunlar da eksilmeden meşgul edecek. Örneğin; tatilimizi hangi gezegende yapsak, kalp fiyatları çok artmış, spor uzay araçlarının yeni modelleri çok iğreennç, mutluluk hormonunun sahtesi piyasaya sürülmüş, onlar Samanyoluna biz ayakyoluna..

Ben’in kendisiyle (yaratıcıyla) gerçekten yüzleşmesi nasıl olacaktır?

Varoluşçu felsenin yaklaşımını benimsiyorum bu konuda. Doğduğumuzdan itibaren öyle toplumsal dayatmalar ve kısıtlamalarla kuşatılıyoruz ki yüzleşmeye karar veren ‘ben’ gerçekten kendisiyle mi yoksa başka benlerin ortalamasıyla mı karşılaşıyor anlamak çok zor. Başlangıçta bunu ayırmak, özgür biçimde düşünebilip kendimizi  var etme mücadelesine girişme cesaretini göstermek, sancılı olsa da kendini yeniden yaratmanın her evresi ‘ben’e daha önce tatmadığı hazları  verir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder