28 Kasım 2014 Cuma

                                        İNSAN ve FELSEFE

Terazinin iki kefesinde iki duygu. Biri geçmişe öteki geleceğe dair. İki ayrı duyguda iki aynı soru; merak, istenç. Neden? Benim ben olmamı, senin sen olduğunu bulmamı sağlayan neden, nedenler… düşünürken çıldırtan.. Asıl önemlisi beni yalnızlığımla aynı kefede tartıp düşünmeye iten nedenler? İnsanoğlunu düşünmeye iten nedenler nelerdir?

 İnsanoğlunu düşünmeye iten nedenleri yanıtlayabilmek için yaşamımıza, tercihlerimize yön veren üç temel olgunun belirleyici olarak alınması gerektiğini düşünüyorum. Asıl belirleyici olan ilki evrenin bir amacının olup olmadığı ile ilgili. Bana sorarsanız evrenin bir amacı vardır ;  bu da sürekli üreme/üretme, ölümle ayıklama ve bu yolla en kusursuza ulaşmaktır. 15 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülen büyük patlama sonrası yalnızca iki element vardı: hidrojen ve helyum. Bu evreden günümüze dek milyonlarca galaksi, milyarlarca yıldız, triliyonlarca gezegen doğdu; elementler oluştu, hala oluşmakta. Maddenin karşıtı anti maddenin varlığı, artı ve eksi kutupların birbirini çekmesi evrenin eril ve dişiliği içinde barındırdığını gösterir ki, üremenin temelini oluşturan bu diyalektik gerçeklik, sonunda önce tek hücreli canlıları, çeşitli aşamalardan sonra da bugünkü insanı üretti/doğurdu.

İkinci olgu insanın topluluk halinde yaşamak zorunda oluşudur. Topluluk halinde yaşamanın verimli ve yararlı olabilmesi iletişiminin gelişmesini, topluluk içi eş seçimi dahil her alandaki ilişkilerin kurallara bağlanmasını, bir hiyerarşik düzen içinde kuralların uygulanmasını gerektirir. Kendi dışındaki hayvanlardan kullandığı dil aracılığı ile –dil düşünceyi, düşünce dili geliştirir-  hızla farklılaşıp evrimleşen insan türünün, beyni ve düşünme yetisi gelişmiş; buna paralel olarak edindiği bilgiyi, deneyimleri yazı yoluyla sonraki kuşaklara aktararak bilgi haznesini, entelektüel yanını da zenginleştirmiş. Ancak bütünüyle gelişimini tamamladığını sandığımız insan halen büyük ölçüde kararlarını istencine göre değil güdülerinin yönlendirmesine göre vermekte.  Bir yanda kendini bağlayan, yönlendiren temel güdülerin gerçekliği, öte yanda kendinden önce oluşturulmuş kendi gerçeği ile çoğu kez çelişen karşı çıkılması, aşılması çok zor olan toplumsal kurallar.

Üçüncü olgu evrenin mükemmele ulaşma amacını gerçekleştirebilmesi için farklı tür ve her türde farklı bireyler üretmek durumunda oluşudur. Dolayısıyla insanın toplumsal bir varlık olarak yaşamak zorunda oluşu yanında kendi türündeki bireylerden de farklı olma “… Ama ben öyle değilim! deme/diyebilme” zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk -farkında olunsun, olunmasın- bireyi karşı konulamaz biçimde genlerini aktarabileceği bir eş seçimine zorlar. Ancak, üremeyi gerçekleştirebilmek için yalnızca seçen değil aynı zamanda seçilen olmak da gerekir ki, bu da hemcinsler arasında en sağlıklı genlere sahip olanı seçmek için amansız bir mücadelenin yapılmasına yol açar.

Sorunun yanıtına gelmeden önce bu üç temel olgunun insanda oluşturduğu çok önemli olduğunu düşündüğüm birbiriyle iç içe/ birbirini etkileyen birkaç noktayı da göz önünde bulundurmamız gerektiği görüşündeyim: Ölüm ve zamanın bilincinde olmak, korkularının çeşitliliği ve çoğalması, doğal ayıklanmanın git gide azalması, merakın bilinç ve bilimsel bilgi ile harmanlanması, doğanın gücü karşısındaki çaresizlik..

Tüm bunları birbiriyle ilintili olarak düşündüğümüzde şöyle bir akıl yürütmede bulunabiliriz kanımca: Neslimi sürdürebilmek benim temel varoluş nedenim. Bu nedenle genlerimi aktarabileceğim en uygun eşi seçmem gerekir. Bunu gerçekleştirebilmem için aynı zamanda seçilen olmam şart. Seçilen olmamın yolu ise farklı ve sağlıklı genlere sahip olduğum iletisini vermemle mümkün. Bunu başarmanın yolu değişen ve gelişen koşulları da  algılayıp ona göre stratejiler izlememle mümkün. Saygın bir meslek, bol kazanç, başarılı iletişim, denenmemiş olanı düşünme ve yapma, geleceğe güvenle bakmamı sağlayacak bir eş. Düşünme, korkular, çaresizlikler, isyanlar, yaratma eylemi bu noktada karşımıza çıkıyor: Tercih edilememe, terk edilme, başaramama, ölüm korkusu ile kendi, başkaları, evren ölüm, yaşam, geçmiş, gelecek, ‘ben’i ve güdüleriyle çelişen toplumsal dayatmalar…  gelişmiş bir merakla kimi zaman korkarak kimi cesaretle düşünmek, her şeyi sorgular olmak. Buna paralel sanat ve bilim aracılığı ile temel varoluşunu gerçekleştirmeye çalışmak…

Sanırım insanoğlunun serüveni (buna evrenin de diyebiliriz) üç olgunun yarattığı süreçte içgüdülerine olan bağımlılığı giderek azalacak; düşünmenin,  bilgi edinmenin ve yaratmanın doğrudan kendisinden (üreme amacından bağımsız) haz duyacaktır. Bir bakıma başka tür veya doğala eş bir cinsel haz. Eski Grek ve İbranice sözlüklerde ‘bilmek’ anlamına gelen özgün sözcüklerin “cinsel ilişkide bulunmak” (Rolla May) anlamına geldiği düşünülürse bu varsayım sanırım yanlış olmaz. Kaldı ki üretmek için düşünmek, bilmek peşindeyiz zaten.    


Felsefe nedir? Felsefe yapmaya nasıl ve ne zaman başlanır?

Felsefe yapmaya aslında çoçuk yaşlarda, özellikle insanlar neden ölür, tanrı var mı, benim neden şuyum yok?.. gibi sorular sormamızla başlarız, ama adının felsefe olduğunu bilmeyiz. Bana göre felsefe kısaca ‘var olmak’ için var oluşumuzun nedenini,  nasılını öğrenmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz davranış ve düşünüş eylemidir.

Günümüzde felsefe yok olmadan özgürce gelişen bir etkinlik olabilir mi?

Yaşamın bir yalın-bütün olduğu düşünülürse felsefe de içinde hep var olacaktır, çünkü yalın-bütünün ne olduğunu bize gösterecek olan felsefe, bilim ve sanattır. Sorun yarı-insan evresinde olmamızda. Tam insan ya da maymunsu evrede olsaydık bugün yaşadığımız çoğu mutsuzlukları yaşamazdık. Evrim kaçınılmaz olduğuna göre zaman zaman felsefe boşlanıyor gibi görülebilir. Ancak insan var oldukça ne felsefenin yok olmasından ne de felsefe olmadan özgürce gelişen bir etkinlikten söz edilebilir.

Felsefe ile bağdaştırdığımız semboller nelerdir? Neden? (Baykuş yerine kartal kullansaydık Athena savunmasız mı kalırdı? Zeus baykuşu akıl tanrıçası Athena’yı koruması için göndermişti de..)

Semboller kestirmeden, hızlı, etkili anlatımın bir yoludur. Kültürlere göre sembol olarak kullanılan aynı nesne farklı hatta zıt iletiler taşıyabilir. Ancak aynı alanda farklı kültürlerin seçtiği sembolleri karşılaştırdığımızda bütün yollar Roma’ya çıkar. Eskimo’nun ruhsal beklenti ve yapısıyla Kızılderili’ninki arasında özünde pek fark yoktur. Benim bilmem gereken kullanılan sembolün hangi kültürde hangi iletiyi içerdiği, niçin onun seçildiğidir. Sorudaki açıklamadan yola çıkarsak Atena’nın korunması için baykuş ya da kartalın seçilmesi –en azından kısa vadede-  aklın akılsızlardan korunması gerektiğinin ifadesidir.

Bizde Tasavvuf felsefesicilerinin kullandıkları dışında yaygın olarak kullanılmış sembol anımsayamıyorum. Atena örneğinin bizdeki karşılığı olarak ne önerirdiniz derseniz aklın sembolü olarak deli gömleği giymiş bir kelaynak ile onu korumakla görevli bir yeniçeri askeri önerirdim.   

-Neredesin?
- Sınırda… doğumla ölüm arasında. Sonsuzlukta… varlıkla yokluk kıstasında.
- Peki ne yapıyorsun orada?
- Ölüyorum.
- Hayır yaşama geri dönüyorsun.
Her soluk ölüme bir adım daha yaklaşmak mıdır, yoksa yaşamı anlamlı kılmak ölümden çalınan soluklar mıdır?

Gerçek anlamda her solukla ölüme yaklaşıyor…  sonunda  ölüyorum. Kaçınılmaz olarak bu beden yapım dağılıyor, beni oluşturan tüm fiziksel ve kimyasal yapı zaman içinde yeni yapıların oluşmasında (ot, ağaç, böcek, içecek suyu, altın…) bir harç görevi üstleniyor. Bu durumda ben parça parça canlı-cansız sayısız varlıkta  sonsuza kadar varım, ama Cavit olarak yokum.

Bu gerçeği kabul etmek zor.. Genelde – evrenin amacı, temel ilkesi  gereği- doyumsuz bir varlık olmak zorundayız.. Bu doyumsuzluk ölümü kabullenmemizi güçleştiriyor. Kim ölüm gerçeğini kabullenirse ölümü önemsemez oluyor. Bu önemsemezlik bizi bir yol ayrımına getiriyor: Ya hiçbir kimseyi umursamadan bencilce yaşamak ya da kendimizle birlikte başka insanlarla birlikte kendi varlığımızı geliştirmeyi seçmek. İşte benden sonra yaşayacak olanlarda yaşayacak olan ‘ben’ de bu bendir ki; bence ölüm bilincinin bize sağlayacağı paha biçilmez mücevher de bu olsa gerek. Yaşamak fark etmektir çünkü.

 Geleceğin insanı da kişiliğinde “ Adalet eşitlik midir, değil midir? “ kavgası verecek mi?

Geleceğin insanı bugünkü sorularımızın çoğunu çözmüş olacaktır kuşkusuz. Gen haritası bütünüyle çıkarıldıktan sonra en azından biyo-teknik anlamda “adalet eşitlik midir kavgası”nın büyük ölçüde halledileceğini umuyorum. Ne var ki yakın zaman içinde değil umudum. Gene de geleceğin insanını böyle önemli sorular ve sorunlar yanında yine yeterince meşgul edecek enften püften başka sorular ve sorunlar da eksilmeden meşgul edecek. Örneğin; tatilimizi hangi gezegende yapsak, kalp fiyatları çok artmış, spor uzay araçlarının yeni modelleri çok iğreennç, mutluluk hormonunun sahtesi piyasaya sürülmüş, onlar Samanyoluna biz ayakyoluna..

Ben’in kendisiyle (yaratıcıyla) gerçekten yüzleşmesi nasıl olacaktır?

Varoluşçu felsenin yaklaşımını benimsiyorum bu konuda. Doğduğumuzdan itibaren öyle toplumsal dayatmalar ve kısıtlamalarla kuşatılıyoruz ki yüzleşmeye karar veren ‘ben’ gerçekten kendisiyle mi yoksa başka benlerin ortalamasıyla mı karşılaşıyor anlamak çok zor. Başlangıçta bunu ayırmak, özgür biçimde düşünebilip kendimizi  var etme mücadelesine girişme cesaretini göstermek, sancılı olsa da kendini yeniden yaratmanın her evresi ‘ben’e daha önce tatmadığı hazları  verir. 

27 Kasım 2014 Perşembe


Gençlik Otobüsü Nedir ? Nasıl Başvuru Yapılır ?

Gençlik Otobüsü Nedir ? Nasıl Başvuru Yapılır ? adlı makalemizde gençlerin hayallerini gerçekleştiren bir projeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Maksut Coşkun Dokunulmaz tarafından yürütülen Gençlik Otobüsü Kulübü organizasyonu ile Avrupa’yu gezebilirsiniz.
Her sene hızlı bir şekilde büyüyen Gençlik Otobüsü’ne bu sene 42 bin başvuru geldi. Bu rakam her sene hızlı bir şekilde artmakta ve gençlerin hayallerini gerçekleştirmekte.
Gençlik Otobüsü Nedir ?
  • 18 Nisan 2005 yılında kurulan Gençlik Otobüsü organizasyonu Maksut Coşkun Dokunulmaz tarafından hayata geçirilmiş Avrupa’nın en büyük organizasyonudur.
  • Proje’nin amacı yurt dışından gelen öğrenciler ile Ankara’ya yurdumuzun bir çok yerinden gelen öğrenciler arasındaki yeterliliği arttırmayı hedeflemiş bir projedir. Ankara’dan başlamış olan bu yolculuk şu anda Türkiye’nin her yerine yayılmış durumda.
  • Gençlik Otobüsü her sene 60-80 kişi arasında gencimizi Avrupa’nın 18 ülkesine 21 şehrini gezdiriyor. Başvuru yaparak sizde Gençlik Otobüsünde yer alma hakkı kazanabilirsiniz.


Gençlik Otobüsü Nasıl Başvurulur ?

  • Gençlik Otobüsü’ne başvurular http://www.genclikotobusu.com/ adresinden başvuru yapabilirsiniz.
  • 18-35 yaş arasında olmanız gerektiğini lütfen unutmayın bu yaşlar aralığında değilseniz başvuru yapamazsınız.
  • Bu senenin başvuruları ne yazık ki geçti ama gelecek sene için şimdiden kendinizi hazırlayıp bu makalemizi sık kullanılanlara eklemeniz gerekir.
  • Başvuru süreci internet sitesinden ilk olarak sizden istenilen formu doldurarak başlıyor ve bir çok aşaması bulunuyor.


Gençlik Otobüsü Başvurularında Nelere Dikkat Etmeliyiz?

  • Gençlik Otobüsü başvuruları teker teker özenle incelenmektedir. İlk olarak dikkat etmeniz gereken husus TC numaranızı yanlış yazmamanız. TC numarasını yanlış yazan ve yanlış bilgi dolduran kişiler ilk elemede hemen elenmeye mahkum olduğunu unutmamanız gerekiyor.
  • Başvuru sürecinde sizden yetenekleriniz ve Gençlik Otobüsüne ne gibi katkılar sağlayacağınız sorulmaktadır.
  • Başvuru sürecini kaçırmanız halinde gelen başvurular kabul edilmediğini unutmayınız.


Gençlik Otobüsü Elemeleri Nasıl Yapılıyor ?

  • 1. Aşama : İlk eleme ön başvuru süreci ile başlıyor. Gençlik Otobüsü’nün web sitesinden girerek başvuru yapıyorsunuz. .
  • 2. Aşama : İlk elemeyi geçenler İstanbul’da düzenlenecek olan toplantıya katılması gerekiyor. İstanbul’daki toplantı gitmek için bütün kolaylıklar sağlanıyor. Metro Turizm ile anlaşma yaptıkları için %50 indirimle İstanbul’daki toplantıya gidebiliyorsunuz. Bu toplantıya eğer elemeyi geçerseniz kesinlikle gitmenizi öneriyorum. Belki de hayatınız boyunca bir daha karşılaşamayacağınız bir çok şirket sahibi ile, CEO’larla tanışma fırsatı tanıma fırsatı bulunuyor.
  • 3. Aşama : Toplantıya gelen kişilerden kendilerini anlatmaları için 2 dakikalık video çekmeleri isteniyor. Bu otobüse ne katkıda bulunabilirsiniz bunlar paylaşmanız isteniyor. Örnek müzisyen iseniz bu otobüse müzik olarak ne katkı sağlayabilirsiniz. Bunun hakkında kendinizi de tanıtan bir video çekmeniz gerekiyor.
  • 4. Aşama : 2 dakikalık tanıtım videosu aşamasını geçtiğiniz taktirde sizleri Ankara’da ki o mükemmel toplantıya çağırıyorlar. Bu toplantıda kendinizi kanıtlamak için bilgiler veriliyor.
  • 5. Aşama : Son aşama bu kısım bu sene nasıl olur bilmiyorum ama birebir görüşme için sizi çağırabilirler.
  • 6. Aşama : Eğer Gençlik Otobüsüne kabul edilirseniz gideceğiniz yolculuğu kaldırabilecekmisiniz bunun stres testine tabi tutulacaksınız. Sağlık Raporu, sabıka kaydı gibi resmi evraklar talep edilecektir.


Gençlik Otobüsü Hangi Ülkelere Götürüyor ?

  • Gençlik Otobüsü projesi kapsamında gideceğiniz ülkele şu şekilde. Bulgaristan, (Sofya) Romanya, (Bükreş) Macaristan, (Budapeşte) Avusturya, (Viyana) Almanya, (Füssen, Bremen, Berlin) Çek Cumhuriyeti, (Prag) Hollanda, (Amsterdam) Belçika, (Brugge, Brüksel) Fransa, (Paris, Cannes, Nice) Portekiz, (Lizbon) İspanya, ( Bilbao, Madrid, Barselona) Monaco, (Monte Carlo) İtalya, (Venedik, Pisa, Floransa, Roma, Napoli, Pompei, Bari,) Vatikan, Yunanistan, (İgoumenitsa, Selanik)


Gençlik Otobüsüne Katılım Şartları Nelerdir?

  • “Gençlik Otobüsü 6” proje başvurusu 01.08.2014 – 31.12.2014 tarihleri arasındadır.
  • “Gençlik Otobüsü 6” projemize başvuru yapacak kişiler 18-35 yaş aralığında olmalıdırlar.
  • Projeye başvuru yapabilmek için, başvuru sahiplerinin “Gençlik Otobüsü Genç Kart” sahibi olmaları gerekmektedir.
  • “Gençlik Otobüsü 6” projemize katılacak kişilerin, MCD Gençlik Kulübü tarafından organize edilen Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması‘na başvuru yapmış ve ön elemeyi geçerek bu toplantıya katılmış olmaları gerekmektedir.
  • “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”na başvurunuzu http://www.genclikotobusubasvuru.com/ üzerinden açılacak formu doldurarak yapmalısınız.
  • “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”na katılan organizasyon ekibi adayı başvuru sahiplerinin toplantı sonrasında 2 dakikalık video çekerek kendilerinin neden seçilmesi gerektiğini ifade etmeleri gerekmektedir. Bu aşamayı da tamamlayarak organizasyon ekibine seçilen kişiler “Gençlik Otobüsü 6” projesine katılmaya hak kazanırlar.
  • Proje ile ilgili tüm detaylar “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşmas’nda organizasyon ekibi adaylarına aktarılacaktır.
  • Projeye ait organizasyon görevlerine http://www.genclikotobusu.com/genclik-otobusu-gorevleri linkinden ulaşabilirsiniz.


Gençlik Otobüsü Amerika 7’ye ne zaman başvurabilirim?

  • “Gençlik Otobüsü 7 Amerika” proje başvurusu 01.08.2014 – 31.12.2014 tarihleri arasındadır.
  • “Gençlik Otobüsü 7 Amerika” projemize başvuru yapacak kişiler 18-35 yaş aralığında olmalıdırlar.
  • Projeye başvuru yapabilmek için, başvuru sahiplerinin “Gençlik Otobüsü Genç Kart” sahibi olmaları gerekmektedir.
  • “Gençlik Otobüsü 7 Amerika” projemize katılacak kişilerin, MCD Gençlik Kulübü tarafından organize edilen “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”na başvuru yapmış ve ön elemeyi geçerek bu toplantıya katılmış olmaları gerekmektedir.
  • “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”na başvurunuzu http://www.genclikotobusubasvuru.com/ sitemiz üzerinden yapmalısınız.
  • “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”na katılan, organizasyon ekibi adayı başvuru sahiplerinin toplantı sonrasında 2 dakikalık video çekerek kendilerinin neden seçilmesi gerektiğini ifade etmeleri gerekmektedir. Bu aşamayı da tamamlayarak organizasyon ekibine seçilen kişiler “Gençlik Otobüsü 7 Amerika” projesine katılabilmek için “Gençlik Otobüsü 7 Genç Liderler Buluşması”nın organizasyonunu gerçekleştiren kadroda yer almaları gerekmektedir.
  • Proje ile ilgili tüm detaylar “Gençlik Otobüsü 6 Genç Liderler Buluşması”nda organizasyon ekibi adaylarına aktarılacaktır.
  • Projeye ait organizasyon görevlerine http://www.genclikotobusu.com/genclik-otobusu-gorevleri linkinden ulaşabilirsiniz.
  • “Gençlik Otobüsü 7 Amerika” projesi 01 – 30 Ağustos 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Proje kapsamında Amerika’da 14 eyalete gidilecektir.

26 Kasım 2014 Çarşamba

                         Eğitim ve Toplum
Uzun yüzyıllar boyunca eğitim, toplumun ahlâk kurallarının, ekonomik ve politik yapısının belirlediği - ama kesin olarak belirlediği - ve mevcut toplumsal düzeni aynen devam ettirmeyi sağlayacak vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlayan bir sistem olarak görüldü. Öyle ki, toplum düzeni ve onun felsefî ahlâki ve politik kuralları, öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişkiyi, eğitimin amaçlarını, eğiticinin hedeflerini, eğitim araçlarını ve vasıtalarını tek başına belirliyordu. Avrupa'd

a 18. yüzyılın ortalarına kadar hem okullarda hem de okul dışı dinî ve meslekî eğitim kurumlarında verilen eğitim, eğiticilerin öğrenciler üzerindeki kesin egemenliğine dayanıyor ve yeni nesiller mevcut toplumsal düzenin devamını sağlamak için zamanın toplumsal ihtiyaçlarına ve gereklerine göre düzenleniyordu. 

Tarihte artık klâsik olmuş olan bu tezi ilk defa 1888 yılında W.Dithey, "eğitim, toplumun bir fonksiyonudur" şeklinde formüle etmişti. Buna göre eğitim hedefleri toplumun hedeflerinin aynısı idi. Eğitim düşünce ve hareketleri sosyal yapıya bağlı ilişkiler tarafından, "toplumsal güç" ve politik çıkarlar bakımından belirleniyordu. Öyle ki eğitim, mevcut yönetim-yönetilen (iktidar-halk) ilişkilerinin sağlamlaştırılarak sürdürülmesine yarıyordu. 
18. yüzyılın ortalarından itibaren aşırı derecede hızlanmış olan toplumsal değişmede eğitim, çok önemli bir rol oynayamadı. W.F. Ogburn'ün "kültürel geri-kalma" (cultural lag", "kulturelles Zurückleiben") teorisine göre, toplumdaki bütün kültürel unsurlar aynı değişme sürecini paralel zamanlar içinde geçirmediler; "maddî kültür" dediğimiz bilim ve teknik keşifleri, bilgi ve metodları, "manevî kültür" ("immaterialle Kultur") dediğimiz toplumsal kurumlar, değerler, kurallar, dünya görüşleri, örgütler vs. den daha yavaş bir gelişme gösterdiler ve onların gerisinde kaldılar. Oysa günümüzde ise tam tersi bir durumla karşılaşmaktayız. Bugün maddî kültür unsurları alabildiğine bir gelişme içinde bulunmalarına karşın, manevî kültür unsurları önemli bir gerilik içinde bulunmakta; yeni değerler yaratılmadığı gibi eskilere karşı da vaziyet alınmakta ve insanlar büyük bir manevi boşluk içinde bunalımlara düşmektedirler. 
Genellikle Eğitim Sosyolojisinin kurucusu olarak kabul edilen Fransız sosyologu E.Durkheim, eğitimi toplumun bir fonksiyonu olarak görmeye devam etti. Ona göre eğitim, topluma bağlı değişkenlerden biri idi ve amacı da çocukları ve gençleri, içinde yaşadıkları topluma katmak, oraya uyum yapmalarını sağlamak; bu toplumsal ve politik sistemi anlamalarını ve işleyişine katılmalarını temin etmek idi. Hatta bazı anne-babalar istemeseler bile, çocukların başarılı olabilmeleri için, içinde bulundukları toplum düzenine uygun, sosyal yönden arzu edilen çerçevede yetiştirmek zorundadırlar. Bu, çocukların hayatta başarılı olabilmeleri için vazgeçilmez bir esastır. 
Eğitim-toplum ilişkilerindeki bu aşırı görüş insanın tamamen toplum tarafından şekillendirildiğini kabul ediyor ve onu, toplum düzeni içindeki sosyal rollerden kendisine uygun düşenleri seçip oynayan bir "rol oyuncusu" olarak görüyordu. Ancak bu görüşün bir antitezi olarak, eğitim toplumdan bağımsız bir değişken olduğu ve toplumun eğitim tarafından şekillendirilip değiştirdiği görüşü savunulmaktadır. Dilthey'in tezine tamamen zıt olan bu görüşe göre de "toplum, eğitimin bir fonksiyonudur". Eğitim, toplumu yenileştirme ve değiştirme, mevcut toplumsal, politik güç ve fikirleri kontrol altına alma, şekillendirme gücüne sahiptir. Sosyal bilimler tarihinde bu tip bir görüşün ilk savunucularından biri J.G.Fichte idi. Ona göre, eğitim sisteminde ve bilhassa ilkokul düzeyindeki eğitim-öğretim yürüten öğretmenlerin çalışmalarıyla toplum yapısında büyük değişikler olur. Fichte, Alman milletinin Napolyon'un işgalinden kurtulmasının ancak bu yolla mümkün olabileceğini savunuyordu. Tanınmış Amerikalı eğitim düşünürü J. Dewey de 1899'da yayınladığı "Eğitim ve Toplum" adlı eserinde, eğitim sistemini, toplumsal değişimin doğrudan doğruya bir aracı olarak görüyor; toplumsal reformların yapılmasını okullardan bekliyordu. 
Yukarıda kısaca söz edilen görüşler, eğitim ile toplum arasında diyalektik bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu kitapta işlenecek olan eğitim ile toplum arasındaki bağlantılara, düşünce tarihinin ilk dönemlerinden beri dikkat çekilmektedir. Platon, Aristoteles, Poseidonius, Çiçero gibi antik Yunan ve Roma dönemi düşünür ve siyasetçilerinin eserlerinde eğitim olgusuna toplumsal, felsefî ve politik yaklaşımlar görülmektedir. Ortaçağ düşünce hayatında da, toplumsal yaşam ile eğitim bir görülmeye devam etmiştir. Ancak daha sonra eğitim ve toplum, felsefî ve teolojik görüşlerin kontrolünden kurtulmuştur. Bu, İngiltere'de de J.Locke; Fransa'da, J.-J. Rousseau ve Almanya'da J.G.Herder tarafından gerçekleştirilmiştir. Bilimsel ve teknik keşifler, icatlar, gittikçe artan nüfus, üretim tekniğinde ortaya çıkan yeni düzenlemeler sosyal yaşayış biçimindeki değişiklikleri zorunlu kılmıştır. Bu arada politik iktidarlar da toplumsal değişmeye ayak uydurmak zorunda kalmışlardır. O zaman bu sosyo-ekonomik değişiklikler içerisindeki insanlarda kendi çıkarlarını düşünen, rasyonel davranan, feodal yapılardan ve geleneksel meslek bağlarından kurtulan bireyler olarak ortaya çıktılar. Bunun sonucu olarak da, eğitim ve öğretim anlayışı ferdin kendini bağımsızlaştırmasına ve toplum yapısındaki değişikliklere uymak zorunda kaldı. 
J.-J. Rousseau, ferdin doğuştan getirdiği saf tabiatını temele alan bir eğitim teorisi geliştirdi. Onun "Emile veya Eğitim Üzerine" adlı pedagojik romanında vurgulamak istediği, ferdin doğuştan esas olarak temiz olduğu, ancak feodal toplumun ve eğitim dahil bütün toplumsal kurumların daha sonra kişinin temizliğini ve ahlâkını bozduğu idi. Ona göre eğitim, toplumun, dinî, felsefî, ahlâki ve politik sistemlerin çocuğa kabul ettirilmesi değil; çocuğun serbest gelişimini, "tabiî gelişimini" sağlayıcı bir düzen olmalı idi. Rousseau'nun eğitim anlayışı yalnız bu değildir; onun eğitim anlayışını toplum anlayışı ile birlikte ele almalıdır. Ona göre toplum, o topluma katılan insanların bağımsız ve mantıklı düşünüp anlaşmalarıyla ("sosyal sözleşme") kurulmalıdır; bu da ancak demokratik bir cumhuriyet şeklinde mümkündür. Onun "tabiata geri dönme" şeklindeki eğitim görüşü toplum ve medeniyet düşmanı bir görüş değil, sosyal eşitsizliğe ve çatışmalara yol açan o zamanki eğitim ve toplum düzenine karşı bir vaziyet alıştır. 
Rousseau'nun açtığı bu çığır, daha sonra da devam etmiş ve bugün de hâlâ temsilcileri bulunmaktadır. Bunların en tanınmışları M.J.A. Condorcet, I.Kant, W.v. Humboldt, K.Marx, S.Freud, W.Reich, H.Marcuse, J.Habermas tır. Bunlar eğitimden, insanın kendini gerçekleştirmesi ve haklarını elde etmesi ("Emanzipation") yolunda ona yardım etmesini istemekte ve genellikle radikal ütopyalar şeklinde, daha iyi ve çocuklara uygun bir toplum kurulmasını hayal etmektedirler. Bunlara göre toplumsal statüler, çocukların kimin çocuğu olarak doğduklarına veya ailelerin servetlerine bakılmaksızın, şans eşitliğine dayalı bir eğitim sistemi içinde yetişecek çocukların yükselebilecekleri yerlere göre verilmelidir. Yani eğitim, bir taraftan çocukları ve gençleri toplumsal ve geleneksel bağlardan kurtardığı gibi, öte yandan da toplumsal yapı, eğitim tarafından belirlenmiş olmaktadır. Toplumun eğitimi veya eğitimin toplumu belirlediği şeklindeki diyalektik görüşlere gerçekçi bir yaklaşımla bakıldığında bunların aslında iç-içe oldukları, birbirlerini karşılıklı etkiledikleri ve belirledikleri ortaya çıkmaktadır. 
Eğitimin toplumsal olarak üstlendiği görev, diyalektik bir yapı göstermektedir; eğitim hem yetiştirdiği çocukları ve gençleri içinde yaşayacakları topluma uyan birer şahsiyet olarak yetiştirmek için toplum düzenini ve kültürünü onlara aktarmakta hem de bu çocuklara ve gençlere, toplum yapısını değiştirici, düzeltici ve ileriye götürücü, eleştirici düşünceyi vermeye çalışmaktadır. 
Eğitimde bu iki yöne daima dikkat edilmelidir; gençler hem devlet ve toplum için, onların kültür ve kanunlarına uyacak şeklinde yetiştirilmeli hem de ileriye yönelik olumlu değişiklikleri yapabilecek güçte olmalıdırlar. Aslında birbirine zıt gibi görünen bu hususlar, daha dikkatlice incelendiğinde, sadece görünürde bir zıtlık olduğu ortaya çıkar; eğitimde her iki husus ne kadar mükemmel bir şekilde gerçekleştirilse, zıtlığın o kadar belirsiz bir şekilde ortadan kalktığı görülecektir. Yalnız burada toplumsal ve bireysel ilgi ve ihtiyaçlar çok dikkatli değerlendirilmelidir.


25 Kasım 2014 Salı

 AYVALIK TARİHİ 


AYVALIK İlkçağda Misya, Hitit, Frig, Lidya, Ortaçağda Roma ve Yunan, 15. yüzyıldan itibaren de Türk egemenliğine girmiştir.Antik çağda bir tür yabani ayva anlamına gelen kentin "KİDONİA" olan adı bugünkü "AYVALIK" adıyla eşanlamlıdır. Osmanlı kaynaklarında Ayvalık adına ilk kez 1772 tarihinde bir fermanda değinilmektedir. Osmanlı yönetiminin Anadolu'da incelemeler yapmak üzere görevlendirildiği Vital GUİNET tarafından yayınlanan 1891 tarihli istatistiğe göre; "21.666 olan kent nüfusunun 21.486'sı Rum, 180'i Türk'tür. Bir iki aile dışında Türk nüfusun çoğunluğunu zamanın yöneticileri ve güvenlik görevlileri oluşturmaktadır." 1900-1914 tarihli bir Fransız yıllığında Ayvalık'ın o zamanki sosyo-ekonomik yapısı hakkında şu bilgiler verilmektedir. "30.000 nüfusludur. Postasını Avusturya işletmektedir.
Zeytinyağı, balmumu, yerli ipek, şarap, sabun dışsatımı yapılır ve şeker, kahve, yün, pamuklu kumaş, ham deri ithal eder. Fransa, İngiltere, Avusturya, Macaristan, İtalyan konsoloslukları vardır. Bankalar; Osmanlı Bankası, Atina Bankası, Viyana Kredi Bankası'dır. Aynı zamanda bir akademi, iki oteli bulunan ilçede içinde eczanesi de olan bir genel hastane ve cüzzam hastanesi faaliyet göstermektedir."Kentte yaşayan Rum ahalinin 1821 Yunan Ayaklanmasına katılması neticesi ilçenin büyük bir kısmı boşaltılmış, daha sonra dönmelerine izin verilmekle beraber kentin eski canlılığına kavuşması mümkün olmamıştır.29 Mayıs 1919'da yunan kuvvetleri tarafından İngilizlerin desteğiyle işgal edilen Ayvalık'ta Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın Ayvalık Cephesini kuran 172. Alay Komutanı Yarbay Ali Bey (Çetinkaya) düşmana ilk kurşunu sıkmıştır.Kurtuluş savaşını müteakip imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kentte yaşayan Rumlar Yunanistan'a göç etmiş, yerlerine Midilli, Girit, Makedonya'dan gelen Türkler yerleştirilmiştir. Ayvalık'ta İzmir-Bergama üzerinden gelip Truva, Çanakkale, Edirne ve İstanbul'a uzanan E-24 karayolu üzerinde, Ege'nin Akdeniz sahil şeridinin başladığı yerde kurulu MÖ.330'dan beri varolan, iki kuzey nokta Patricia ve Mitralyöz Burnu, iki güney nokta Eğribucak Burnu ve Altınova dikdörtgeni içinde 100km'den fazla sahile sahip bir ilçedir. Yüzölçümü 285km2, rakım 1 metredir. 29 Mayıs 1919'da yunan kuvvetleri tarafından İngilizlerin desteğiyle işgal edilen Ayvalık'ta Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın Ayvalık Cephesini kuran 172. Alay Komutanı Yarbay Ali Bey (Çetinkaya) düşmana ilk kurşunu sıkmıştır. Kurtuluş savaşını müteakip imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kentte yaşayan Rumlar Yunanistan'a göç etmiş, yerlerine Midilli, Girit, Makedonya'dan gelen Türkler yerleştirilmiştir.